Çerez Ayarları

Web sitemizdeki içeriklerden en iyi şekilde yararlanmanızı sağlamak için 6698 Sayılı Kişisel Verilerin korunması Kanunu'na (KVKK) ve Avrupa Birliği Veri Koruma Tüzüğü'ne (GDPR) uygun olarak çerezleri kullanıyoruz. Sitenin düzgün çalışması için gerekli zorunlu çerezlerin kullanılmasını istemiyorsanız ziyaretinizi sonlandırmalısınız. Diğer çerezler yönünden ise lütfen tercihlerinizi belirleyiniz.

Analitik Çerezler

Kişisel Veri Saklama ve İmha Politikası


Bu işlem birkaç saniye sürebilir lütfen bekleyiniz.

100. Yılda Ülkemize ve Mesleğimize Dair

Değerli Meslektaşlarım,

 

Olağanüstü bir liderin, olağanüstü koşullarda kurmayı başardığı cumhuriyetimizin 100. yaşını geride bıraktığına şahit olma şansına erişmiş bir nesiliz biz. 

Ne yazık ki cumhuriyetin kazanımları ve bize kazandırdığı değerler hiç olmadığı kadar saldırıya uğruyor. Bir yandan din afyonunu kullananların yarattığı sahte gündemlerle toplumun dikkati başka yöne çekilirken diğer yandan ülkenin toprağı, havası, madeni, ağacı ve hatta vatandaşlığı pazarlanıyor. 

 

Ancak şunu biliyorum ki türlü bahanelerle 100. yıl kutlamalarını sönük geçirmeye çalışanlar olsa da her ne kadar bazıları Atatürk’ün ismini telaffuz etmemek için bin dereden su getirmeye çalışsa da gördük ki cumhuriyet sevgisi de Atatürk sevgisi de bu milletin iliklerine işlemiş. Atamızın izinde, cumhuriyet ve medeniyet yolunda daha nice 100 yıllarımız olacak. Beyaz ve kırmızımız, hilal ve yıldızımız hep parlayacak. 

Evet ülkemizin gündemi her daim çok sıcak, öyle de devam edeceğini tahmin etmek çok zor değil.

 

6 Şubat depremlerinin yaraları hala sarılamadı. Bizler deprem bölgesinde olduk, çalıştık, güzel işler yaptık ancak evlerimize döndük, doğal olarak döndük ama hayat orada artık çok farklı. Orada yaşamak çok farklı. Ve bizim kendi meslektaşlarımız dahil, o konteynerlerde, çadır kentlerde yaşamak hiç kolay değil. Depremin yıl dönümünde yapılan anma törenleri için bölgeye gittiğimizdeki en acı izlenimimiz insanların gözlerindeki ümitsizlikti. 

Diğer yandan ülkemizde yaşanan ekonomik krizin yarattığı toplumsal bunalım aynı zamanda sosyal bir krize de dönmüş durumda. Fiyat algımızı tamamen kaybetmiş durumda olmamız vatandaşlarımızı fırsatçıların kucağına düşürüyor. Dengeler alt üst olmuş durumda. Bireysel kredi borcu olanların sayısı 39 milyona, kredi kartı borcu olanların sayısı ise 35 milyona dayanmış durumda. 

 

Kadın cinayetleri durmak bilmiyor, sadece bu yıl 234 kadın katledildi. Ve bu kadınlarımızın çoğunluğu tanıdığı, bildiği, belki de bir yakını tarafından öldürülüyor. Ne kadınlarımızı ne de çocuklarımızı koruyabiliyoruz. Aydın'da bir kadın meslektaşımızı da kadın cinayetine kurban verdik. 

 

Ve Adalet Ayaklar Altında 

 

“Burada bir hak ihlali var” diyen Anayasa Mahkemesinin kararını tanımayan Yargıtay bununla da yetinmiyor ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına hükmediyor. Bakın bu artık bambaşka bir seviye. Bu seviye anayasal hakları saymadığı gibi, adaletin tepe noktasına vurulmuş bir hançer. Aynı zamanda devlet kurumları arasında yaşanan bir kriz. Ki sıkıştığı zaman bazı siyasiler “bu bir beka sorunudur” cümlesini kullanmayı pek severler. Bu cümlenin asıl kullanılması gereken yer işte burası. 

 

Neden? 

 

Çünkü bu en temel yasamızla, anayasamızla ilgili. Devletimizi, ülkemizi, vatandaşlığımızı, haklarımızı tanımlayan. Temel haklar ve özgürlükler hava gibi, su gibi herkese lazımdır ve anayasa ile güvence altına alınmıştır. Bu noktada yapılan müdahalelere sessiz kalmamak demokrat olduğunu iddia eden, hukukun üstünlüğüne ve adalete inanan herkesin görevidir. 

 

Ve yaratılan bu krizin arkasında anayasayı değiştirme isteğine kılıf uydurmak olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. 

 

100 yıllık cumhuriyetimizin temellerini korumak, çağdaşlık ve özgürlük yolundan devam edebilmek için her türlü antidemokratik hamleye bu toplumun her vatandaşının tepki vermesi şarttır. Ve bu asla siyaset değildir, bu değerler “siyaset üstüdür.”

 

Cumhuriyetimiz çok yaşasın demek yetmez, çok yaşaması için çaba sarf etmek lazım. Korumak lazım, tepki vermek lazım. 

 

İlaç ve Eczacılık Hizmetleri Gündemine Dönersek...

 

Sorun tespitlerini tekrar tekrar yapmaya gerek yok. Ülkemizdeki ekonomik dalgalanmadan fazlasıyla payımızı alıyoruz. Yapılması gerekenleri iki eksende değerlendirmek gerek:

 

Birinci ayak meslek örgütleri tarafından bir an önce hayata geçirilmesi gerekenler. Geçtiğimiz eylül ayında Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu tarafından gündeme alınan İlaç fiyat Kararnamesi’nde yeni model arayışı çalıştayının üzerinden aylar geçti. Kaldı ki bu ilk toplantıda Türk Eczacıları Birliği maalesef masada yoktu. Bugüne baktığımızda ise ilaç yoklukları aynı hızla devam ederken eczacı karlılığı aşağıya doğru bir ivmeyle eriyor. Enflasyonist ortamın da getirdiği ekonomik yüklerle başa çıkılabilmesi için ilaç fiyatlarından bağımsız sabit eczacı karlılık baremlerinin belirlenmesi bir çıkış yolu. İstanbul Eczacı Odası olarak basın yayın organlarında da sürekli dile getirdiğimiz üzere topal ayaklı ördeğe dönen ilaç fiyat kararnamesi hem halkın ilaca erişimini engelliyor hem de sektörün tüm paydaşlarının ayakta kalabilmesini imkânsız hale getiriyor. Bu anlamda Türk Eczacıları Birliğinin yeni seçilen merkez heyetinin bir numaralı hedefi eczacıyı ve dolayısıyla ilaç ve eczacılık hizmetini ayakta tutacak düzenlemeyi hayata geçirmek olmak zorundadır.

 

Bir diğer nokta ise sağlık bütçesinde ayrılan payın sürekli azaldığı bir kalem olan ilaç harcamalarıdır. OECD ülkeleri içinde ilaca ayrılan payda maalesef geriliyoruz. Sosyal Güvenlik Kurumu bu harcamaların merkezi. Dolayısıyla diğer hedef zaten bir yıl geriden gelen SGK protokolünde etkin kazanımların sağlamak olmalı. Geciken 2023 yılı sözleşmesi kısa bir süre önce netleşti, bu gecikme nedeni ile oluşan mahsuplaşma belasından kurtulmak zorundayız. 2024 yılı protokolünde ise ana sözleşme dönemi, hizmet bedelinde +1 TL gibi artışlar ancak trajikomik olabilir. Ayakta kalma mücadelesi veren meslektaşlarımız için ciddi kazanımların elde edilememesi artık düşünülemez. Bunların elde edilemediği durumlarda sözleşmesizlik dönemi değerlendirilmelidir. 

 

İkinci ayak ise eczanelerimizde bireysel olarak yapılması gerekenler. Sektörün diğer paydaşları kendi finansal önlemlerini alırken elbette bizler de eczanelerimizdeki gelir gider dengesini iyi korumak durumundayız.  Ekonomik göstergeler mart sonundaki seçimler sonrası durumun daha da zorlu olacağını söylüyor. Bu dönemden ancak yine bir ve birlikte olursak çıkabiliriz. Yılbaşı depo anlaşmaları sırasında yaşananlar da bir kez daha kooperatiflerimizin ne kadar hayati önemde olduğunu gösterdi.

 

 

Gündemdeki bir diğer konu ise her an herkesin dilinde olan İstanbul depremi... Türkiye bir deprem ülkesi, öyle de olacak, bunu kabulleneceğiz ama hazırlık yapmayı da elden bırakmayacağız. İstanbul Eczacı Odası olarak Olağanüstü Durumlar İçin Eczacılık Çalışma Grubumuz hızla çalışmalarına devam ediyor. Her türlü deprem hazırlığının ancak kamu ile ortak çalışma içinde sonuca ulaşabileceği bilinciyle yetkili kurumlar ile koordineli çalışmak önceliğimiz.

 

Değerli Meslektaşlarım, 

 

Yazıma, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün belki de tüm yazıyı özetleyen sözleriyle son vermek gerekirse;

“Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümezse ilerlemesine teknik olarak imkân ve bilimsel olarak ihtimal yoktur.”

Sağlıkla kalın.

100. Yılda Ülkemize ve Mesleğimize Dair. Değerli Meslektaşlarım, Olağanüstü bir liderin, olağanüstü koşullarda kurmayı başardığı cumhuriyetimizin 100. yaşını geride bıraktığına şahit olma şansına erişmiş bir nesiliz biz. Ne yazık ki cumhuriyetin kazanımları ve bize kazandırdığı değerler hiç olmadığı kadar saldırıya uğruyor. Bir yandan din afyonunu kullananların yarattığı sahte gündemlerle toplumun dikkati başka yöne çekilirken diğer yandan ülkenin toprağı, havası, madeni, ağacı ve hatta vatandaşlığı pazarlanıyor. Ancak şunu biliyorum ki türlü bahanelerle 100. yıl kutlamalarını sönük geçirmeye çalışanlar olsa da her ne kadar bazıları Atatürk’ün ismini telaffuz etmemek için bin dereden su getirmeye çalışsa da gördük ki cumhuriyet sevgisi de Atatürk sevgisi de bu milletin iliklerine işlemiş. Atamızın izinde, cumhuriyet ve medeniyet yolunda daha nice 100 yıllarımız olacak. Beyaz ve kırmızımız, hilal ve yıldızımız hep parlayacak. Evet ülkemizin gündemi her daim çok sıcak, öyle de devam edeceğini tahmin etmek çok zor değil. 6 Şubat depremlerinin yaraları hala sarılamadı. Bizler deprem bölgesinde olduk, çalıştık, güzel işler yaptık ancak evlerimize döndük, doğal olarak döndük ama hayat orada artık çok farklı. Orada yaşamak çok farklı. Ve bizim kendi meslektaşlarımız dahil, o konteynerlerde, çadır kentlerde yaşamak hiç kolay değil. Depremin yıl dönümünde yapılan anma törenleri için bölgeye gittiğimizdeki en acı izlenimimiz insanların gözlerindeki ümitsizlikti. Diğer yandan ülkemizde yaşanan ekonomik krizin yarattığı toplumsal bunalım aynı zamanda sosyal bir krize de dönmüş durumda. Fiyat algımızı tamamen kaybetmiş durumda olmamız vatandaşlarımızı fırsatçıların kucağına düşürüyor. Dengeler alt üst olmuş durumda. Bireysel kredi borcu olanların sayısı 39 milyona, kredi kartı borcu olanların sayısı ise 35 milyona dayanmış durumda. Kadın cinayetleri durmak bilmiyor, sadece bu yıl 234 kadın katledildi. Ve bu kadınlarımızın çoğunluğu tanıdığı, bildiği, belki de bir yakını tarafından öldürülüyor. Ne kadınlarımızı ne de çocuklarımızı koruyabiliyoruz. Aydın'da bir kadın meslektaşımızı da kadın cinayetine kurban verdik. Ve Adalet Ayaklar Altında “Burada bir hak ihlali var” diyen Anayasa Mahkemesinin kararını tanımayan Yargıtay bununla da yetinmiyor ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına hükmediyor. Bakın bu artık bambaşka bir seviye. Bu seviye anayasal hakları saymadığı gibi, adaletin tepe noktasına vurulmuş bir hançer. Aynı zamanda devlet kurumları arasında yaşanan bir kriz. Ki sıkıştığı zaman bazı siyasiler “bu bir beka sorunudur” cümlesini kullanmayı pek severler. Bu cümlenin asıl kullanılması gereken yer işte burası. Neden? Çünkü bu en temel yasamızla, anayasamızla ilgili. Devletimizi, ülkemizi, vatandaşlığımızı, haklarımızı tanımlayan. Temel haklar ve özgürlükler hava gibi, su gibi herkese lazımdır ve anayasa ile güvence altına alınmıştır. Bu noktada yapılan müdahalelere sessiz kalmamak demokrat olduğunu iddia eden, hukukun üstünlüğüne ve adalete inanan herkesin görevidir. Ve yaratılan bu krizin arkasında anayasayı değiştirme isteğine kılıf uydurmak olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. 100 yıllık cumhuriyetimizin temellerini korumak, çağdaşlık ve özgürlük yolundan devam edebilmek için her türlü antidemokratik hamleye bu toplumun her vatandaşının tepki vermesi şarttır. Ve bu asla siyaset değildir, bu değerler “siyaset üstüdür.” Cumhuriyetimiz çok yaşasın demek yetmez, çok yaşaması için çaba sarf etmek lazım. Korumak lazım, tepki vermek lazım. İlaç ve Eczacılık Hizmetleri Gündemine Dönersek... Sorun tespitlerini tekrar tekrar yapmaya gerek yok. Ülkemizdeki ekonomik dalgalanmadan fazlasıyla payımızı alıyoruz. Yapılması gerekenleri iki eksende değerlendirmek gerek: Birinci ayak meslek örgütleri tarafından bir an önce hayata geçirilmesi gerekenler. Geçtiğimiz eylül ayında Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu tarafından gündeme alınan İlaç fiyat Kararnamesi’nde yeni model arayışı çalıştayının üzerinden aylar geçti. Kaldı ki bu ilk toplantıda Türk Eczacıları Birliği maalesef masada yoktu. Bugüne baktığımızda ise ilaç yoklukları aynı hızla devam ederken eczacı karlılığı aşağıya doğru bir ivmeyle eriyor. Enflasyonist ortamın da getirdiği ekonomik yüklerle başa çıkılabilmesi için ilaç fiyatlarından bağımsız sabit eczacı karlılık baremlerinin belirlenmesi bir çıkış yolu. İstanbul Eczacı Odası olarak basın yayın organlarında da sürekli dile getirdiğimiz üzere topal ayaklı ördeğe dönen ilaç fiyat kararnamesi hem halkın ilaca erişimini engelliyor hem de sektörün tüm paydaşlarının ayakta kalabilmesini imkânsız hale getiriyor. Bu anlamda Türk Eczacıları Birliğinin yeni seçilen merkez heyetinin bir numaralı hedefi eczacıyı ve dolayısıyla ilaç ve eczacılık hizmetini ayakta tutacak düzenlemeyi hayata geçirmek olmak zorundadır. Bir diğer nokta ise sağlık bütçesinde ayrılan payın sürekli azaldığı bir kalem olan ilaç harcamalarıdır. OECD ülkeleri içinde ilaca ayrılan payda maalesef geriliyoruz. Sosyal Güvenlik Kurumu bu harcamaların merkezi. Dolayısıyla diğer hedef zaten bir yıl geriden gelen SGK protokolünde etkin kazanımların sağlamak olmalı. Geciken 2023 yılı sözleşmesi kısa bir süre önce netleşti, bu gecikme nedeni ile oluşan mahsuplaşma belasından kurtulmak zorundayız. 2024 yılı protokolünde ise ana sözleşme dönemi, hizmet bedelinde +1 TL gibi artışlar ancak trajikomik olabilir. Ayakta kalma mücadelesi veren meslektaşlarımız için ciddi kazanımların elde edilememesi artık düşünülemez. Bunların elde edilemediği durumlarda sözleşmesizlik dönemi değerlendirilmelidir. İkinci ayak ise eczanelerimizde bireysel olarak yapılması gerekenler. Sektörün diğer paydaşları kendi finansal önlemlerini alırken elbette bizler de eczanelerimizdeki gelir gider dengesini iyi korumak durumundayız. Ekonomik göstergeler mart sonundaki seçimler sonrası durumun daha da zorlu olacağını söylüyor. Bu dönemden ancak yine bir ve birlikte olursak çıkabiliriz. Yılbaşı depo anlaşmaları sırasında yaşananlar da bir kez daha kooperatiflerimizin ne kadar hayati önemde olduğunu gösterdi. Gündemdeki bir diğer konu ise her an herkesin dilinde olan İstanbul depremi... Türkiye bir deprem ülkesi, öyle de olacak, bunu kabulleneceğiz ama hazırlık yapmayı da elden bırakmayacağız. İstanbul Eczacı Odası olarak Olağanüstü Durumlar İçin Eczacılık Çalışma Grubumuz hızla çalışmalarına devam ediyor. Her türlü deprem hazırlığının ancak kamu ile ortak çalışma içinde sonuca ulaşabileceği bilinciyle yetkili kurumlar ile koordineli çalışmak önceliğimiz. Değerli Meslektaşlarım, Yazıma, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün belki de tüm yazıyı özetleyen sözleriyle son vermek gerekirse; “Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümezse ilerlemesine teknik olarak imkân ve bilimsel olarak ihtimal yoktur.” Sağlıkla kalın.